5 Ağustos 2016 Cuma

Felsefenin Tesellisi; Çıplak Ayaklı Filozof!

   Kahve Canavarı ile 13 Mart 2013' te başlayan yolculuğum, bugün itibariyle bir son bulmuş durumda. Bu yolculuğum süresince beni okuyan, güzel yorumlar yazan ve bana gönderdiğiniz mesajlarla sizlerle fikir alış verişinde bulunmamı sağlayan her bir kişiye teşekkür ederim. Gerçekten hiç unutamadığım anılar ve unutamayacağım dostluklar edindim.
   Biliyorsunuz; uzun bir süredir blogum, yazı paylaşmadığımdan dolayı artık hayalet bir bloga dönüşmüştü. Bu süreçte kendime mazeret olarak sunabileceğim ve sunamayacağım bir çok sebebim vardı. Bunlardan en önemlisi fikirlerimin ve kelimelerimin girdiği büyüme ve olgunlaşma süreciydi, hala bu süreci tamamlayabildiğimden emin olmamakla birlikte yazı paylaşmadığım sürecin olması gerekenden epey sürdüğü düşünmem tekrar kurgu ve fikirlerimi sizinle paylaşmaya karar vermeme yol açtı.
   Bu süre içerisinde okuduğum kitaplardan bir tanesi bana ilham kaynağı oldu; Alain De Buttan' ın Felsefenin Tesellisi adlı kitabı. Kitabın sayfalarında yolculuk yaparken felsefe denince ilk akla gelen isimlerden, Sokrateles ile karşılaşmamak mümkün değildi. Yazar, Sokrateles' in hayatından bahsederken giyecek ayakkabı bulamadığını ve çıplak ayaklarıyla insanlığın sorularını cevapladığından bahsediyor. Bu ifade, yeni açacağım blogumun adını bulmak konusunda beni fazla zorlamadı, her yerde aradığım isim bir kitap sayfasında karşıma çıkmıştı; Çıplak Ayaklı Filozof  ile tanışma anım tam da böyle oldu. 
   Şimdi yeni bir mecrada, yeni bir sayfayla yeni bir yolculuğa başlayacağım. Bana eşlik etmek isteyen herkesi Çıplak Ayaklı Filozof 'a beklerim!
  Teşekkür ederim.
   

30 Haziran 2016 Perşembe

Siyah Gözlüklü Kadın

   Siyah gözlüklü kadın kapatıldığı kutunun açılması için bir haftadan daha uzun bir süre bütün ciddiyetiyle bekledi, kendisinin buraya neden ve nasıl kapatıldığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Ama içinde bulunduğu beyaz kutunun dışından gelen sesler ona korkmasını gerektirecek bir izlenim uyandırmamıştı, insanlar hava durumu ve politika hakkında konuşuyorlar, tuttukları futbol takımının izlemesi gereken stratejik yolu anlatıyorlardı. Birkaç gün geçmiş ve cumartesi akşamına kadar kimse gelmeyince unutulmuş olduğunu düşündü. Bu fikir onun içini ürpertiyordu. Ancak biraz daha düşündükten sonra çok da korkmadığına karar verdi;  dışarısı beyaz kutunun renklerle boyanmış ve onu yanından geçen insanlara gülümsemek zorunda bırakan haliydi. Yürürken bürokrasinin bataklığına saplanarak kirlenen paçalarındaki çamuru temizlemeye çalışmak da cabasıydı. Yine de, onu buraya hapseden kişilerin hapsetmeden önce onun iznini almamalarına darıldı.  
   Pazar günü kutudan çıkmaya çalıştı, kutunun dört bir yanında insanlar geçiyor ancak kadına cevap vermiyorlardı. Sonunda onun sesini duyan birkaç kişi, kutunun içindeki sese sahip olan bu kadını selamladılar, fakat kadın onlara içinde bulunduğu bu durumu sorunca ona cevap vermediler ve bir daha konuşmadan çekip gittiler. Ardından kadın tekrar kalktı ve duvarları yumruklamaya başladı, ancak ses rahatsız edici bir şekilde çıkmış olacak ki dışarıdan birkaç kişi kadının çıkardığı gürültüden rahatsız olduklarını söylediler ve bunu yapmaması için rica ettiler. Kadın özür dileyerek tekrar oturdu ve beyaz kutunun duvarlarını incelemeye devam etti.
   Onuncu gün kadın tekrar kutudan çıkmaya çalıştı, sinirlenmişti, öfkeyle kolunu ve bacağını duvarlara savurdu, attığı ne tekme ne de yumruk işe yarıyordu. Bir süre sonra yere yatıp gelecek planlarını düşündü, muhtemelen hiç biri gerçekleşmeyecekti, bunun sebebi bir kutuya hapsolmuş olması değil kelebek etkisinin hüküm sürdüğü bir evrende gelecek planı yapmanın anlamsızlığıydı.
   Ertesi gün kutunun sallanmaya başlamasıyla siyah gözlüklü kadın irkildi, ayağa kalması üzerine kutunun kapağı açıldı ve kadın, kutunun başındakilere fazla bakmaksızın hemen içinden çıkmak istedi. “Seni çıkaracağız.” dedi adam. “Beni neden buraya koydunuz?” diye soran siyah gözlüklü kadın buradan çıkacağına inanmak istemedi. Ama adam kutuyu ters çevirerek onu inandırdı. Dışarısı, gerçekten de içerisinde metro ve binalar bulunan bir şehirdi ve insanlar iş yerlerine yetişmek için hızlı adımlarla yürüyorlardı. “Artık serbest miyim?” diye sordu ama bunu gerçekten merak ettiği için değil yürüyüp yürümemeye karar vermek için sormuştu. Adam “hayır” diyerek kapağı yeniden kapattı ve devam etti:
“Bu karar yargıca ait”
“Demek öyle,” dedi siyah gözlüklü kadın, başını sallayarak “demek ki bir insanı bir yere hapsetmek ve onun üzerinde yapılabilecek bütün yaptırımlara sahip olmak bir yargıcın haklarından.” Kadının ne dediklerini tam olarak anlamayan adam yanındakilere de bakıp evet cevabı niteliğinde başını salladı.
   “Yaz tatiline kadar buradan çıkabilecek miyim?” diye sordu kadın. Adam “Yargıca sorarım” cevabını verdi; “ Siz onu iyi tanır mısınız?” “Elbette” dedi adam “Bir keresinde onunla market sırasında beklemiştim.” Siyah gözlüklü kadın içinde bulunduğu beyaz kutunun içinde bir kapının bulunduğunu ancak o zaman fark etti. Onun şaşkınlığını gören adam “Evet, burada bir kapımız var.” Dedi, “Fakat buna karşılık buraya hapsettiğimiz insanlar kapıyı aramaktan çok duvarları yumruklamayı tercih ediyorlar.” “Kapıya pek şaşmıyorum” dedi siyah gözlüklü kadın, adama kızgın bir ifadeyle bakarak “Asıl şaştığım beni dikkatsiz bulmanız!” “Yoksa dikkatsiz diyerek sizi demediğim vakit dilimindeki halinizden daha farklı birine mi çevirdiğimi düşünüyorsunuz?” diye sordu adam. “Evet” diye yanıtladı kadın “Gerçi sözlerinizle beni etkileyemediğinizi söyleyemem, ama yakıştırmanızın beni neredeyse çok öfkelendirdiğini söyleyebilirim. Şimdi ise “
    Kadın ansızın konuşmasını kesti, adam kutunun kapağını açtı ve kadına eğilip fısıldadı: “Şimdi, buradan çıkmanız gerekiyor.” Kadın ağır ağır bakışlarını kaldırdı ve kapıdan dışarı çıktığında kendini bir arenada buldu. Bu daha önce yazdığı kitabında yaptığı mekan tasvirlerinden biriyle tıpatıp aynıydı.
   Siyah gözlüklü kadın adama bakıp, şaşkınlığını yatıştıracak bir cevap almayı umarcasına bir soru soracakken, adam konuşmaya başladı “Yargıcın buraya gelmesine az kaldı. Mahkemeye çıkacaksın.” Kadın “Ne suç işledim? Neden beni yargılıyorsunuz?” diye sordu ancak arkasından gelen sesler onu irkiltmişti, kafasını çevirdiğinde bir mahkeme salonunun içinde bulunduğunu gördü. Yargıç, hakim, müvekkiller ve şahitler odadaydı, avukatın bulunması gerektiği yerde ona yolculuk boyu eşlik eden adam bulunuyordu.
   “Hırsızlık suçundan yargılanıyorsunuz!”  dedi yargıç.
   “Ama ben hiçbir şey çalmadım ki” diye cevap verdi siyah gözlüklü kadın.
    “Bizim mekanımızı alıp kurgunuzda kullanmışsınız. Hatta zihninizin içinde oraya seyahat bile etmişsiniz!”
    “Ama bu nasıl olur?” kadın şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış gözleriyle hakime baktı.”İnsanları zihnindekilerle yargılayamazsınız, bu hiç,”
   Hakimin tokmağı siyah gözlüklü kadının sözünü bölmüştü.
   “Karar verilmiştir…”
   Kadın cezasını çekmek üzere yolculukta kendisine eşlik eden adam ile birlikte beyaz kutuya doğru yürümeye başladı. İçeriye girdiğinde kutuda yalnızca birkaç küçük değişiklik vardı; duvarlar şehrin rengiyle boyanmış ve üç boyutlu bir görünüm kazanmıştı. Kutunun duvarlarına dokunmak için yürümeye başladığı anda görüntü de kutunun duvarları ile birlikte kayıyor, kutunun merkezinden ayrılıp duvarlarına dokunmaya imkan bırakmıyordu.
   Kadın eğilip paçalarına bulaşan çamuru temizledi. Kol saatine baktığında vaktin epey geçmiş olduğunu gördü. Eve gidip bir uyku çekmek istedi ancak, biraz daha vakit kaybederse iş yerine geç kalacaktı.
   Hızlı adımlarla iş yerine doğru yürümeye başladı. Birazdan arkadaşlarını gördüğünde konuşmak zorunda kalacağı gündelik problemleri ve beyaz kutuya kapatılmadan önce de bir kutunun içinde bulunup bulunmadığını düşünmeye başladı.