22 Ağustos 2013 Perşembe

Bir Sonbahar Günü Gibi

   

   İstemediğimiz bir şeyi gerçekleştirmek zorunda olduğumuz zaman, hayatımızın iplerinin biz hariç herkeste asılı olduğunu görürüz. En acısı da budur aslında. Kontrol etmek istediğimiz, üzerine hayaller kurduğumuz hayatın bize oynadığı bu büyük oyunun küçük parçası olmak zor olsa gerek...
   Bazen güneşli, sıcağım ama en çok da rüzgarlı, yağmurlu ve soğuğum bu günler. Kendimi çözmeye çalışıyorum. Çoğu zaman bunu başaramıyorum ama başardığım zaman da kendimi defterlerime gömülü buluyorum. Kendi dünyamda. Yazar, kendi dünyasını çizer defterlerine. Her ne kadar inkar etse bile, kimse değiştiremez gerçeği. Defterde gömülü olan, yazarın bilinçaltıdır. Duyguları, düşünceleri, bazen ruh hali, ama en çok da bilinçaltında yatanlar.
   Nedendir bilmem, bazen fazla karamsar oluyorum. Bu benim isteğim değil, hatta hayatta isteyeceğim son şey bile değil. Bu yoğun -edebiyatçıların tabiriyle- duygu trafiğinin içinde aşikar olduğum hayatın bu kadar çabuk değişebilmesi, beni kendime dair bazı konularda şüphe duymama yol açıyor. Bir boşlukta gibiyim; var mıyım, yok muyum, bilmiyorum. Bazen dünyaya gelmiş bir misafir gibi hissediyorum kendimi.  Yazar, kendi dünyasını çizer defterlerine. Defterlerindeki hayatı dilediği gibi yönlendirmeye alışkın olan yazar, gerçek hayata döndüğünde afallamaya başlar. Belki de bu yüzden seviyorum yazmayı. Ya da belki de, gerçek hayatta sağlayamadığım kontrolün acısını çıkarıyorumdur. Bilmiyorum. 
   Dedim ya; bazen güneşli, sıcağım. Ama en çok da yağmurlu, soğuk ve rüzgarlıyım bu günler. Sebepsiz bir hüzün var içimde. Yalnızca ne yapacağımı değil, ne yaptığımı da bilmiyorum. Mutluluk güzeldir belki, ama hüzün de güzeldir mutlu olmayı bilene.
   Bilmiyorum. Nereden geldim, nasıl geldim, hatırlamıyorum. Galiba hayalleriyle yaşayan her insanın özlemini ben de çekiyorum. 
   Geleceği özlüyorum.